BEN'CE

website free tracking

22 Nisan 2009 Çarşamba

Elektro darbuka çalan "roman"tik...

" Bade"yi içimde duymaya başladığımda, yüreğimde şekillenirken hiç davul geçmiyordu aklımdan... Onun yerine perküsyon kullanmak geliyordu içimden hep, biraz latinvari ama etnik, acaba diyordum bir latin bir etnik mi koysak... O mu çalsa yoksa bu mu çalsa? Ne kadar gariptir ki, aklıma gelen isimlerin arasında Mehmet yoktu... Mehmet'in kariyeri ve onun için söylenenler, benim düşündüğüm isimlerle kıyaslanamayacak cinsten... Yabancı bir perküsyon sitesinde okudum, dünyanın en iyi üç tanesinden biri diyordu site, oryantali yedi bitirdi, şimdi Küba, Brezilya başladı çalmaya diyordu bir tanesi de...
Neden yalan söyleyim ki, aklımda yoktu...
Oryantal bir tat olsun istemiyordum açıkcası... Ben ne düğünleri severim, ne de düğün müziğini...
Ne dansöz severim, ne de dansöze çalan müziği... Asla küçümsediğimden değil...
Ben yokum orada... Bütün nedeni o olsa gerek...
İsmi duyduğumda çekincelerim vardı... Bu işin altından kalksa kalksa, Mehmet kalkar diyordu Emir... Eh madem öyle diyorsun, peki öyle olsun dedim...
Bir bildiği vardır Emir'in...
Öğlene doğru onbir gibi, Orhan'ı da teşkilatıyla alıp, stüdyoya vardığımızda Emir ve Mehmet pastanedeydi... Sanırım son işlemeleri yapıyordu Emir...
Mehmet bir kamyonla gelmiş stüdyoya, yok abarttım kamyon değil... Koca bir panelvan... Panelvan'ın içiyse tepeleme alet dolu...
Hepsini almadı, yok buna gerek yok, bunu alalım, bu kalsın, şunu da alalım derken... Panelvanın yarısı stüdyoya girdi... Ellerine baktım benimkilerden pek farklı değil... Ama o eller Mısır'lı Ahmed'le çalmış ki, youtube da konserin bir kaç dakikalık kısmı vardı...
Daha başka şekil bir el bekliyor insan sanki...
Çantanın birinden elektro darbuka çıktı... Bu ne dedim ya, gitarını duydum da, pianosunu, bağlamasını da elektro "bas" darbuka... Darbukayı getirme dedik... Bası araya sızmış paketlerden... Elektriği fişe takıyorsun içinde bir ampul yanıyor... Işığı kafana göre ayarlıyorsun... Azalıyor çoğalıyor... İşin "roman"tik aksiyonu mudur bu ışıklı darbuka yoksa ısıtmaya falan mı yarıyor orasını bilemiyorum... Ama abajur gibi yandı sürekli... Tam da Kusturica'lık bir görüntüydü görülmeye değer birşeydi... Abajur çalan adam...
Sürekli gülen bir yüz, bir atraksiyon yaptığında çalarken gözünün içine bakıyor, senin aldığını hissedince bunu, hemen gülümsüyor tekrar göz kapanıyor... Elleri parmakları görmenin imkanı yok gibi...
Önce bir aleti çalıyor, ders verir gibi, ikincinin adını söyleyip ( hiçbirini hatırlamıyorum isim olarak) onu alıyor... Sanki vapurlardaki seyyar satıcılar gibi, elimde gördüğünüz aletin yanında şunu da... Aletin birini bırakıyor tamam diyor buraya bu da gider... Hop paketle diyor... Geliyor içeri, şimdi sıradaki ne?
Dinliyor, içeri giriyor...
Bir kayıt, üzerine çanta açılıyor birşey çıkıyor, şimdi bu diyor...
Sonra şu...
Bir de kalas gibi birşey vardı aletlerin içinde... İnsan bunu ne yapacan demeye korkuyor...
O kalasımtırak garip şey durdu kayıt boyunca... Sonra herşey bitince onu eline aldı, garip bir şekilde ters çevirince ondan çok ilginç bir su sesi çıktı... Al dedi bunu da bir yere yapıştır...
Organik birşey o, el yapımı değil... Tek parça ek mek yok... Afrika'dan ya da Güney Amerika'dan gelmiş birşey sanırım... Onu ters çevirince acayip bir su sesi çıkıyor içinden...
Ara falan vermedi Mehmet...
Hepsini bitirdik ve hadi dedik gidip, birşeyler yiyelim... Saat dört gibi bitmişti kayıtlar...
Korktuğum, ürperdiğim şey olmadı...
Nefis bir etnik perküsyon, shakerlar ise bu etnikliğe bir batı havası kattı...
Artık sırada başka sohbetler vardı... Laço Tayfa, Hüsnü, Deniz Seki...
Ve evet, ortak dil futbol...
Fenerbahçe maçındaki kavga neden çıkmıştı ki? Lugano... Kural hatası var biliyor musun Kerem... Bilmem mi... Hatırlar mısın şu maçı? Kapalıdaydım... Bilmem mi...
Ne yazık ki Fener'li Mehmet...
Ellerine sağlık kardeşim diyesim geldi ki...
O ne Mehmet benden 10 yaş küçük gösteriyor ama 10 yaş büyük...
Nedir ki bunun sırrı?
İlle de roman olsun, ister çamurdan olsun!

Hiç yorum yok: