
Türkiye'deki birçok şeyin son demlerine yetişebildik..
Eskiden burada bir kabare geleneği vardı. Kaç yaşındaydım bilmiyorum ama uslu uslu oturup, seyredip, gülecek yaştaydım sanırım ki babam ve annem alıp beni kabareye götürürdü...
Fazla da uzun sürmedi bu zaman içinde kaybolup, yok olup gitti kabareler...
Kabare deyince biz sonlarına yetişenlerin aklına ilk gelecek de Devekuşu Kabare'dir zaten...
Masalarda oturur insanlar bir yandan içkilerini içer bir yandan oyunu seyrederdi... Eh Devekuşu deyince akla Metin Akpınar - Zeki Alasya gelir doğal olarak... Çok da normal unutulması Haldun Taner ustanın... Hele Türkiye gibi bir yerde ve bizim toplumumuzda. Asla küçümsemiyorum Metin Akpınar ve Zeki Alasya'yı... Onlar benim en çok güldüğüm, komediyle ilk tanıştığım, babamın aksine filmlerini de hala defaten seyrederken eğlendiğim bambaşka sanatçılar...
Ama tiyatroları bambaşkaydı...
Kasetleri bile dünya satardı oyunlarının... Video kasedi değil, bildiğimiz teyp kasetleri... O kasetleri de unuttuk mu ne?
Moda' da vakit geçirip de, Haldun Taner'in heykeli etrafındaki banklara oturup da denizi seyretmeyen var mıdır bilmiyorum... "Öteye gidenler yalnız kalmaya mahkumlardır..." Uzak değil, öte... Bütün ustalar da hep öteye gitme derdi taşırlar... Onlar öteye gittikçe, toplum da diretir. Yok arkadaş ben böyle iyiyim diye... Hele bizimki gibi bir toplum, karnını zor doyuran, eli ayağı bağlanmış, yanlış yönetilmiş, aç bırakılmış, cahil bırakılmış bir toplum... Bütün ustalar kendi içlerindeki yolculuk da hep uzağı değil, öteyi hedeflerler... Uzağa gitmek ve öteye gitmek çok farklı şeyler... Uzağa gitmek kendinden kaçmaktır, oysa öteye gitmek kendini öteye taşıma kaygısıdır... Haldun Taner'in heykeli öyle bir yerde ki, hiç yalnız kalmaz, aşıklar gelir oraya oturur denizi seyreder, bazen çocuklar etrafında oyun oynar, gece çökünce ise , İstanbul'un o yakasındaki şehrin kayıp insanları şarap içer etrafında...
Gündüz o aşıklarla denizi seyreder usta, çocuklarla oyun oynar, kollarında onları döndürür, gece çöküp de, karanlık düşünce şehre, itilmiş, kakılmış, kendilerini sokaklara vuran şarapçı deyip geçtiğimiz, kimbilir ne yıkıntılar görmüş gariplerin dertlerine ortak olur...
Dönelim kabareye, Haldun Taner ustanın yazdığı oyunları, skeçleri ne de güzel icra ederlerdi... Zeki ve Metin halk tabiriyle o zaman ki, yanlarında Ahmet Gülhan'da vardı hatırladığım... Mazur görün güldüğümü çok güldüğümü hatırlıyorum da neye güldüğümü başka kimlerin olduğunu hatırlamıyorum... Bir astronot hikayesi vardı mesela, hayal meyal geliyor aklıma... Bir de evdeki hazırlık gitmeden önceki, en güzel elbiseler giyilirdi.. Sanki bayramlaşmaya gider gibi... Eh öyle içip sarhoş olan, ne dediğini bilmeyecek hale gelene kadar da içen kimseyi hatırlamıyorum kabarelerde... Herkes üzerine başına, sessizliğine çok dikkat ederdi...
Ruhi Su'nun bile böyle ortamlarda çıkıp türkü söylediğini biliyorum...
İnsanlar daha "adam" gibiydi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder