BEN'CE

website free tracking

13 Mart 2008 Perşembe

"Taksi Parası"

Senenin kaç olduğunu hatırlamıyorum açıkcası... 95 mi , 96 mı, yoksa 94 mü?
Bir cuma veya cumartesi gecesiydi... Necdet abimizin macunu bol orkestrası sahneye çıkmaya hazırlanıyordu.. Orkestra biraz da teknik destek yardımı alıp, o zamanlar midiler yeni çıkmış, üç kişiyle durumu idare eden cinsten.. Biz de üzerimize düşen macunu fransızca olarak yapıyoruz.. Önce bir yemek müziği tek piano, Necdet abi başında, sonra biraz standartlar, "standart"lar , Frank Sinatra'lar falan oluyor... Arada bir iki ingilizce söylüyorum, sonra biraz güncel pop, kızımız devreye giriyor, sonra işin bitirme aşamasında ise fransızca söylüyoruz...
O gün Berlin'den bir uçak gelecek ben de programın yarısında havaalanına doğru yola çıkacağım.. Taksi gelip beni alacak pazarlık yaptık parasını da ancak ayarladık... İşe geldim etrafımda alaycı tavırlar... Sen Ahmet Kaya dinlerdin değil mi, bugün rezervasyon yaptırmış gelecekmiş... Ya bırak dalgayı, kendi dalgana bak tarzında yaklaşımlarım var.. Fakat aylardır Ahmet Kaya dinlediğim için dalga geçilen benim, böyle bir durumda üstüme gelecekler, belli yani.. İsim benzerliğidir falan diyorum ben...
Yok yok gelecekmiş, senin dinlediğini duymuş.. Üstüme sağ ve sol kanattan muz ortalarla geliyorlar birbirlerine orta yapıp, kaleyi topa tutuyorlar ..."Orkestramız"...
Bırak dalgana bak.. Keyfim yerinde uğraşma benimle falan diyorum..
Ahmet Kaya, bizim lisedeki acaba arabesk mi? Yoksa böyle nüanslar var ama ağır bir abi mi gibi yaklaşımlar taşıdığımız, sonradan bir fanatikliğe dönüşmüş vaziyette kendimize idol edindiğimiz bir ağır abimiz!...
Benim kafamda sahneye çıkarken acaba bir doğruluk payı var mıdır soruları dolanıyor... Sonra yok diyorum yahu ne alakası var.. Kendi kendime bir savaş içerisindeyim... Üçüncü veya dördüncü şarkıdayken Ahmet Kaya içeri girip tam da benim karşıma oturdu.. Salon çok kalabalık ve büyük.. Benim şaşkınlığım, onun sahneye gülümsemeleri, ona dönük misafirlerden şaşkın bakışlar arasında benim yavaş yavaş kaçacağım saate gelindi.. Ara verilecek ben kaybolacağım... Hadi dedi Necdet Abi bir şarkısını söyle ara verelim... Onlar indiler ben kaldım, durumu idare ettim ki, Ahmet Kaya bana bir işaret edip, benimle bir duble rakı içer misin dedi...
Ben ne olduğunu anlamış değilim ve bir "masal" yaşıyorum sanki... Yanına geldim rakıyı kendi koydu... Ve dedi ki, dinledim seni, beni çok sevdiğin belli ama kendin gibisin bu çok güzel, yolun açık, ( nasıl açıksa) falan tarzı birşeyler söyledi.. Çok beğendim diye de ekledi..
Ben de dedim ki bir anımı anlatayım size.. Bir konser, Bostancı Gösteri Merkezi'nde Ahmet Kaya konseri... Annem sizi sevmezdi, taklit gibi görürdü.. Bense avukatlığınızı yapardım, ta ki o konsere gelmeye onu ikna edene kadar... Hatırlıyor musunuz o konseri? Evet dedi...
O konserde siz "şafak türküsü" söylerken, kendi kafanıza yumruk atıyordunuz, ve o sesler mikrofondan geliyordu biliyor musunuz? O kadar yaşayarak söylediniz ki, annem dayanamadı ve ağlamaya başladı... Ve benim elimi hiç sıkmadığı gibi sıktı... Beni Pir Sultan yaptı, Deniz yaptı, Şeyh Bedrettin yaptı ve elimi sıktı, ve ağladı... Şimdi sizi o da çok seviyor dedim ve bu sefer onun benim elimi sıkıp gözlerinin dolduğunu fark ettim... Bir rakı daha içer misin dediğinde ise.. Hayır dedim, bütün hayatımın anlamı gelecek ben de onu karşılamaya gidiyorum havaalanına...Nasıl gideceksin dediğinde ise, gülümseyerek taksiyle dedim... Çok yazacak ama ancak yetişeceğim.. Benim arabamı al dedi.. Ve anahtarı uzattı.. Yok dedim taksici gelecek...
Sarıldı, gözleri hala dolu doluydu...
Ayrıldım yanından.. Havaalanı yolunu tuttum...
Aradan geçen bir zamandan sonra bir albüm çıkarttı.. "Şarkılarım Dağlara" albümü... "Cebinde taksi parası olmayan müzisyen" ben miyim acaba diye kendime sormaktan alıkoyamadığım bir şarkısı var orada.. Ne yazık ki hiç sorup öğrenemeyeceğim şarkısı acaba o gece mi yazıldı der dururum kendime.. Yok canım diyorum, benim taksi param vardı o zaman... Bak dalgana diyorum.. O gece havaalanından dönüş de aslında bir alemdi. Sanırım aynı gece, biri şoförü Boğaz Köprüsü çıkışı durdurup kafasına silah dayamıştı.. Kendimi o gün, absürd bir romanın içinde kahraman gibi hissetmiştim.. Adam köprüde sollayan taksiciye kızıp arabayı durdurup silah dayamıştı.. Takside kim var, kim yok bakmadan... Kimse de bu durumu aslında yadırgamamıştı, olayın şokundan mı? Yoksa hakkaten korkmamış mıydık bilmiyorum...
"Silahtan korksam, taksiye binmem..."

Hiç yorum yok: